1 Mart 2016 Salı

Zihinsel engelli mi, Albert Einstein mı? (4)

Birinci sınıf kâbus halinde devam ediyordu. Yılbaşı yaklaşmıştı, yani ilk dönemin sonuna geliyorduk ve Gökçe hâlâ okuyup yazamıyordu. Konuşamıyordu da. Benimle konuşurken bir sorunu yok gibiydi. Sinirlenip haykırmaya başladığında da. Fakat bir meseleyi, bir konuyu, bir düşüncesini başka bir ortamda anlatmaya çalışırken sürekli takılıyordu. "Iıııh, aaa, uuu, şey, ııı..." derken bir anda "unuttum" diyordu. Ya da bıkkınlıkla "neyse" deyip vazgeçiyordu. Sanki düşündüğü şeyi söyleyebilmesi için gerekli olan sözcükleri bir türlü bulamıyordu ve bu sıkıntısı özellikle okulda çok yoğundu. Bu yüzden de konuşmamayı tercih etmeye başlamıştı. Diğer çocuklar onunla alay ediyorlardı. Nitekim bir keresinde küçük bir kız, öğle arasında yanımıza gelip merakla sormuştu: "Gökçe neden bebek gibi konuşuyor?" Gökçe onun bu sorusuna yanıt vermeyip sakince sandviçini yemeye devam etmişti. Bense çaresiz, "konuşur, ben de onun gibiydim ama şimdi hiç kimsenin susturamadığı kadar çok ve hızlı konuşuyorum" diyebilmiştim. Gerçi bu bir yalan değildi. Çocukken ciddi bir konuşma güçlüğü çekerdim ve üniversite yıllarımda ancak düzelebilmiştim. Sonra da neden DJ ya da VJ olmadığım şakalarına maruz kalacak denli çok, hızlı ve seri konuşan bir insan olup çıkmıştım. Sanırım bu yüzden de, birinci sınıfta Gökçe'nin konuşma güçlüğünden ziyade okuma-yazma sorunlarına kafa yoruyordum. Onu göz doktoruna götürüp gözlerinde bir sorun olmadığını öğrendiğimiz halde, ısrar edip bir dinlendirici gözlük taktığımız zaman diliminde bile okuyamamıştı. Basit toplama-çıkarma işlemlerini de hâlâ yapmıyordu.

Bir gün öğretmeni beş ile yediyi bile toplayamadığını ve mutlaka bir doktora götürmemi söylediğinde, akşam evde onu çalıştırma çabalarım sırasında artık öfkemi kontrol edemeyip, avazım çıktığı kadar bağırdım: "Beş ile yediyi bile toplayamıyormuşsun! Parmağınla bari toplamaya çalışsan ne olur?!" Gökçe de bana dönüp benzer bir öfke ile "Beşle yediyi kim toplayamaz anne? Sen de mi beni aptal sanıyorsun?" şeklinde haykırdı. Bu yanıt üzerine oturup sakince düşünmeye başladım. Sık sık okulun saçma bir yer olduğunu söylerdi, evet. Okulda gereksiz şeyler öğretildiğini de. Daha ana sınıfına başladığı gün laboratuvarın nerede olduğunu sorduğunda çok iyi biliyordum ki, Gökçe okuldan çizgi film karakteri Dexter'ın laboratuvarı gibi bir laboratuvar bekliyordu. Bunda benim de hatam olduğuna emindim. Çünkü Gökçe o çizgi filmi izlerken kendisine de Dexter'ınki gibi bir laboratuvar isterdi. Ben de evde bir laboratuvar kurmanın olanaksızlığını anlatıp, okulda laboratuvar çalışmalarının içinde olacağını söylerdim. Fakat okul derken en azından ortaokulu kastettiğimi söylemeyi korkarım ki ihmal ederdim. Yani okuldan farklı beklentileri vardı, bundan emindim ve okul ona bunları veremiyordu. Fakat o sırada bana göre çok daha ciddi bir sorunumuz vardı. Okumayı ve yazmayı öğrenememesi. Okuyup yazamayan bir çocuğun, okuldan farklı beklentileri olduğu iddiasını kime yöneltebilirdim ki? "Kızınız öncelikle okuma-yazmayı öğrensin" demezler miydi? Ve bu durumda çok haklı olmazlar mıydı? Biraz düşündükten sonra Gökçe'ye en azından okuyup yazabilmek için çalışması gerektiğini söyledim. Sonra da sordum; "Bu şekilde hiç çalışmayarak, hiç çaba göstermeyerek nereye varabileceğini sanıyorsun?" Uzandığı yerden bana sakince yanıt verdi, "Anne biliyorum, bu işi başaramazsam çöpe atılmış bir dahi olacağım."

...

Bunu duyduğum anda kısa bir şok geçirdiğimi söylemeliyim. Önceki öğretmeninin "zihinsel engelli", o anki öğretmeninin de "okuyamıyor, basit toplama-çıkarma işlemlerini bile yapamıyor" dediği kızım, kendisinin bir dahi olduğunu söylüyordu. Dahi? Onun bana inanılmaz derecede akıllı göründüğü zamanlarda bile aklıma gelmeyen bir durumdu bu. Üstün zekâlı, belki, ama deha kapasitesinde olduğunu hiç düşünmedim. Yani, hiç düşünmemiştim. İşte şimdi çocuk sakince ve kendinden emin bir şekilde bir dahi olduğunu söylüyordu. Gülsem mi, ağlasam mı bilemediğim bir andı o. Ne diyeceğimi bilemediğim bir an... O yüzden de derin bir nefes aldım, yutkundum ve hafifçe gülümseyerek "ne güzel işte bak, kapasitenin farkındasın, bunu gösterip göstermeme kararını verecek olan da sensin ve göstermeye karar verdiğin takdirde ne yapman gerektiğini de çok iyi biliyorsun" deyip onu kendi haline bıraktım. O sırada "Ne dahisi, sen daha bir kelime bile yazamıyorsun" gibi bir yaklaşım bana doğru gelmediği gibi, dahi olduğunu falan da düşünmüyordum. Sadece, çizgi filmlerden de etkilendiğini sandığım şekilde kendisini büyük bir iddia halinde dahi olarak nitelediğini düşünmüştüm ve bunun olumlu mu yoksa olumsuz mu olduğunu merak ediyordum, o kadar. Fakat kısa süre sonra bir akşam, onun bu sözünü ciddiyetle düşündürten ve bir doktora götürmeme kesin karar vermeme neden olan olay gerçekleşti.

Mutfakta yemek hazırlamakla uğraşıyordum. Gökçe yanıma gelip babasının ne zaman evde olacağını sordu. Telefon ettim ve Gökçe'ye dönüp "Beş dakika sonra evdeymiş" dedim. Gökçe anında yanıtladı: "Yani 300 saniye sonra, biir, iikiii, üüüçç, döört, beeşş....." Nasıl şaşırdığımı tahmin edemezsiniz. Basit toplama-çıkarma işlemlerini yapamadığı söylenen kızım, anlık şekilde zihinden çarpma işlemi yapıyordu ve dakika-saniye hesaplıyordu. Elbette ki bunu çoğu çocuk yapabilirdi. Ama burada sözkonusu olan, zihinsel engelli olduğu ima ya da iddia edilen bir çocuktu. Aslında sinirlenmiştim. Beş ile yediyi toplayabildiğini de biliyordum. Madem ki yapabiliyordu, neden yapmıyordu? Bu onun için bir oyun muydu? Kötü bir şaka yapmakla mı uğraşıyordu? Bu bir şaka ise, yaklaşık iki yıla neden yaymıştı? Yoksa ben dahil herkesle dalga mı geçiyordu? Şımarık mıydı? Ukala mıydı? Peki, dahi olduğunu söylerken sarfettiği "bunu başaramazsam..." lafı neydi? Başaramadığını söylediği şeyin okuma-yazma işi olduğu çok belliydi ve o konuda yalan söylediğini hiç sanmıyorum. Başaramayışının onu kara kara düşündürdüğünden de emindim. Fakat ya matematik? İşte bal gibi bırakın basit toplama-çıkarma işlemlerini, zihninden çarpma işlemi yapıyordu. Bunu okulda neden yapmıyordu? Yoksa onun için de öncelik okuma-yazma meselesi miydi... Okuma-yazma sorununu halledemediği için matematik yetisi ona bir şey ifade etmiyor muydu...

Okulda bu durumu anlatmaya çalışmanın, konuşmanın ise bir faydası olmamıştı.

- Hocam akşam beş dakikanın üçyüz saniye olduğunu anında söyleyiverdi.
- Evet olabilir ama defterleri boş.

Bir annenin anlatımları işte ancak bu kadarcık bir ilgi uyandırıyordu. Hatta tepki: "Ama defterleri boş."

Sonuçta ülkemizin en iyi tıp fakültelerinden birinin çocuk psikiyatri bölüm başkanı olan profesörün sekreterinden rica-minnet üç ay sonraya bir randevu alabildim. Yani mart ayına. Aradaki süreçte, kâbus kesintisizce devam etti. İkinci dönemin başında artık Gökçe dışında tüm sınıf okuyup yazabiliyordu. Defter-kitaplarımız hâlâ boştu. Daha doğrusu, matematik defterimiz boştu ama Türkçe defterimizde bazı yazma çabaları gözlenebiliyordu. Yazısı tek kelime ile berbattı. Yanlışlarla doluydu. Kalem tutuşu da yanlıştı ve bir türlü düzeltemiyorduk. Kolunun ve elinin çok çabuk yorulduğunu söyleyip duruyordu. Yazısına ayrıca değineceğim.

Mart ayı yaklaştığında biricik kızım hâlâ okuyamıyor ve yazamıyordu. Öğretmeni ise bir gün o korkunç gerçekle karşıma dikildi. "Gökçe birinci sınıfı geçemeyecekti." Çünkü öğretmen, okuma-yazma öğrenememiş bir çocuğu ikinci sınıfa geçiremezdi. Gözlerini gözlerime dikip, "Birinci sınıfı kim geçemez? Sen söyle!" dedi. Düşündüm. Evet, birinci sınıfı kim geçemezdi ki?

Öğretmenden doktor randevumuzun sonucunu beklemesini rica ettim. Aslında onun da kafası çok karışıktı ve bunu derinden hissedebiliyordum. O ara hüzünle başka bir durumu anlattı: "Kesinlikle aptal değil, bazen ağzımı bir karış açık bıraktıracak şeyler söylüyor. Okuldan beklentilerinin çok farklı olduğundan da eminim. Örn. basit bir toplama işlemini neden yapmadığını sorduğum bir gün, "Çünkü bu çok saçma" demişti. Sinirlerime hakim olup "senin için ne saçma olmazdı?" diye sordum. Sınıfın slayt ekranını gösterip, "Şurada süpersonik uçak motorlarının nasıl çalıştığını anlatsanız saçma olmazdı" dedi. Doktor muayenesinin sonucunu ben de merakla bekliyorum."

(Devam edeceğim)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder