29 Haziran 2014 Pazar

Müzeler

"Haritalar" konusundan sonra elbette ki ilk akla gelen şey, "müzeler" olabiliyor.

Önceki yazımda, üstün zekalı çocuğunuza insanlığın nerelerden nerelere geldiğini göstermenizin faydasından bahsetmiştim.

Okul gezilerinde belli başlı ziyaret yerleri arasında müzeler de vardır. Ancak okul gezilerine öğrenciler toplu halde gittiklerinden, öğretmenlerin "durun, dokunmayın, buraya gelin, yanımızdan ayrılmayın, gürültü yapmayın" uyarıları arasında, çocuk genellikle gezdiği yerden bir şey anlayamayabiliyor.

Bu yüzden de, çocuğunuzla baş başa ve sakince geziler yapmanızı özellikle tavsiye ediyorum.

Müze derken, imkanınız varsa her türlü müzeyi "uzun aralıklarla" gezmenizi öneriyorum. Yani bunu çok sık yapmayın. 6 ayda bir gibi, uzun aralıklarla yapın. Yoksa çok sıkılması ve bunu eğlenceli bir etkinlikten ziyade sıkıcı bir yükümlülük gibi görmeye başlaması riski var.

Müze gezilerinizi, çocuğunuzun odaklanabilmesi için eğlenceli hale getirmeye çalışın. Bu da sizin önceden bir hazırlık yapmanızı gerektirebilir.

Bu yazımda örnek olarak arkeoloji müzesini ele almak istiyorum. Ve bu örnekteki "eğlenceli hale getirme çabasını", arkeoloji ve etnografya dışında endüstriyel müzeler, sanat müzeleri, teknoloji müzeleri, havacılık müzesi gibi tüm müzelere uygulayabilirsiniz.

Çocuğunuzla birlikte yapacağınız bir arkeoloji gezisi, nasıl eğlenceli ve öğretici hale getirilebilir?

Biz Gökçe ile yazın açık hava tarzı olanlar dahil, birkaç arkeoloji müzesi gezmiştik.

Genellikle Helenistik ve Roma dönemlerine ait buluntuların sergilendiği Aphrodisias açık hava müzesi gezimizde, antik çağ heykelleri arasında gezinirken, Gökçe ile bazı oyunlar oynamış, taklitler yapmıştık. Gökçe o sırada 6.5 yaşında idi.

Örneğin Socrates heykelinin önünde durduğumuz bir sırada Gökçe'ye, "kızım bu dedenin bizim büyük büyük dedemiz olduğuna dair bir söylenti var" şeklinde bir espri yapmıştım. Sonra da Socrates ile konuşmaya başlamıştım: "Dede, dede, senin kırmızı pelerinin nerede?" diye sormuştum. Gökçe buna çok gülmüştü ve "anne, baksana o dönem hiç kimsenin kırmızı pelerini yok" demişti. Ben de, "ne biliyorsun? belki de bütün pelerinler kırmızı idi ama heykeltraşların kırmızı boyaları yoktu?" diye kendimce kurnazca bir soru sormuştum. Gökçe ise, "eğer bir kırmızı pelerin yapacak boyayı bulmuş olsalardı, mutlaka bu heykelleri de boyarlardı" şeklinde bana göre olağanüstü bir yanıt vermişti.

O gün müze gezimizde çok eğlenmiştik. Çıkışta minik hatıra heykelcik manyetlerinden Soctares'ınkini gördüğünde "anne büyük büyük dedemin kafasından alalım" demişti ve buna da çok gülmüştük. Gökçe'nin zihninde "milattan önce" ve "milattan sonra" kavramları da, inanıyorum ki o gün şekillenmiş ve oturmuştu.

Birkaç yıl sonra Gökçe'ye felsefe okumaya başladığımda ve sıra Socrates'a geldiğinde, "anne sen de beni nasıl kandırmıştın, Socrates bizim büyük büyük dedemiz diye" şeklinde konuşarak, o günü tüm ayrıntıları ile hatırladığını belli etmişti.

Evet doğru okudunuz. Gökçe'ye yaklaşık 8 yaşından beri basit de olsa felsefe okuyorum ve uzmanlarla olan sohbetlerinde uzmanların adeta şok geçirmelerine neden olacak denli güzel sohbetleri bu sayede yapabildiğine inanıyorum. Nitekim Gökçe'nin 1. aşama grup tarama testini geçtiği ve 2. aşama bireysel değerlendirme sonuçlarının açıklanmasını beklediğimiz BİLSEM'de de felsefe derslerinin konduğunu, kızım testte iken bize seminer veren BİLSEM Müdürü'nden öğrenmiş bulunmaktayız.

Bana göre 11 yaş, üstün zekalı çocukların felsefe öğrenmeye başlamaları için çok geç bir yaş olsa da, bilgilendirme toplantısı sırasında bu fikrimi açıklamadım. Çünkü üstün zekalı çocuklar için gerçekten ve cidden bir şeyler yapma niyetinde olan bu kamu sistemini, geldikleri aşamada bu şekilde eleştirmenin çok da doğru olmadığına inanıyorum.

BİLSEM konusuna ve ODTÜ yayınlarının "Çocuklar için felsefe" isimli kitabına, başka yazılarımda ayrıca değineceğim.

Unutmadan: Her türlü geziniz sırasında çocuğunuza özel olarak tuttuğunuz defterinizi de yanınızda bulundurmayı ve not almayı ihmal etmeyin.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder